gümüşhane 2009


05 Temmuz 2009



Sabah olmadan babamı almaya, karşıya , Bahçelievlere geçtim. Babam, hazır..kendi hazırlığını yaptığını söylüyor. Tabii unuttukları yolda belli olacak. İstikametimiz Gümüşhane Yeşildere(Haşare) Köyü..Gün ışımadan, Boğaz Köprüsü tıkanmadan Anadolu yakasına geçmek istiyoruz. Nitekim , yol tenha iken ilk benzin alıp, depoyu dolduracağımız Mehmetçik Vakfı tesislerine geliyoruz. Sabah, 06:00 civarı... benzin alıyorum. Niyetim ekonomik bir sürüşle, araç deposundaki 55 litre benzinle 1000km menzil yapmak. Olur mu? Bakalım, göreceğiz..

















Yola revan oluyoruz. Görüntü pek ciddi...Daha kahvaltı yapmadık, herhalde ondan dolayı bir asabiyet var. Biraz yol gidelim, acıkalım, Samsun yoluna dönüp, Gerede civarında Opet'te duracağız.





Gerede OPET tesisleri .Saat 10:00 ..Evde termosa doldurduğum çay gayet sıcak. Keyifle kahvaltımızı yapıyoruz. Babama bakıyorum, yolun başında performans durumu nasıl diye. Ayaklarında ağrı oluyor, hafif aksak yürüyor, ama bir şeyim de yok diyor.. hadi hayırlısı..





Samsun'a doğru yola devam.. Çerkeş, Kurşunlu, Tosya derken Osmancık'ta çift kavrulmuş leblebi almadan geçmiyoruz tabii.. Bu Çorum'lular leblebiyi iyi sahiplenmişler.. Tavşanlı'dan gelen nohutu satıyorlar.

Sırada Merzifon, Havza, Kavak var. Buralarda durmadan geçiyoruz. Kavak, Yaşar DOĞU'nun memleketi. Babam, Ankara'da sağlık okulunda okurken Yaşar DOĞU okulumuzu ziyaret etti, çok efendi bir insandı diyor, hatırasını yad ederek.Herhalde 1950 ‘li yılların başı olsa gerek..

Bu arada, Samsun'a girerken yokuş aşağı rampa iniyoruz, yol bölünmüş yol,araç kilometre kadranı 120km'lerde.. Biz, normal suratimiz var, gayet nizami geldik derken Samsun çıkışında , Çarşamba'ya yakın trafik polisi durduruyor. Efendim, radar...114km.. Büyük suç işlemişiz, mümkünatı yok, ceza makbuzu kesmek zorundayım diyor trafikçi polis amcam, 15 gün içinde maliye veznesine ödersem 94 TL ile kurtarabileceğimi teselli babında ekliyor. Hayy sizin....!

Samsun'dan Gümüşhane'ye sapak noktası olan Tirebolu'ya kadar Karadeniz otoyolunda çok rahat, keyifli bir araç yolculuğu yapıyoruz. Sırasıyla geçtiğimiz yerleri hatırlayalım: Çarşamba,Terme, Ünye, Fatsa, Perşembe, Ordu, Bulancak, Giresun, Keşap, Espiye, Tirebolu.. Bu yerleşim yerlerinin hepsi de güzel, şirin sahil kasabaları.. Tirebolu'dan Doğankent, Kürtün, Torul, Gümüşhane istikametine devam etmeden benzin almam gerekiyor. Evet, İstanbul'da sıfırladığım gösterge 960km'yi gösteriyor, 40 km de daha gidebilir gösteriyor. İdareli bir sürüşle depo menzili ideal oldu gibi. 100 km'de 5,6 lt benzin tüketmişim. Eyvallah...

Tirebolu'dan güneye doğru, Harşit deresi boyunca iniyoruz, derin, virajlı bir vadi. Yol mıcırlı.. Gece yolculuğunda dikkat istiyor, virajlara hızlı girmek tehlikeli olabilir. Hele uzun yol yorgunluğu da varsa dereye uçmak işten değil. Nihayet köyümüzün tabelasını Gümüşhane’ye 4 km kala solda görüyoruz. Gece 23:00 köyün dar yollarından Ali amcamızın evine varıyoruz. Muhabbet faslı ve de istirahat..



Köyde kaldığımız bir hafta boyunca akrabaları , komşuları geziyoruz. Köyde Celal amcam yazları kalıyor. Amcaoğlu Halit de yarı taşındı Gebze'ye.. bahçelere bakacak kimse kalmadı.





Yazları köye gelen akrabalardan Saniye KARABİBER halamız ve babam..

Doğuya doğru geziye devam etmek üzere 12 Temmuz 2009 günü köyden ayrılıyoruz. İlk durak Erzurum.. Arada Kale, Bayburt, Maden, Aşkale'yi geçiyoruz. Gümüşhane ve Bayburt'ta şehrin adını taşıyan üniversite olduğunu not edelim. Ayrıca Kop dağı, geçidi oldukça yüksek, tepede bir su çeşmesi var, araçlar durup su alıyorlar, temmuz ayındayız ama su bir soğuk ki..Erzurum içme suyunun lezzetiyle meşhur denirdi eskiden. Şimdi durum nedir diye düşünürken Kop dağındaki su ilk sinyali verdi, bir de Erzurum çıkışında doğuya doğru bir çeşmede yoğun araç trafiği gördük ve durduk, suyu gerçekten muhteşem, termosa koyduğum bu su iki gün serinliğini korudu desem...Öğlen vakti Erzurum'dayız.
 





Çifte Minareli Medrese'yi görmeden olmaz.. Bakımsız bulduk diyeceğim ama bu sözün de bir orijinalliği yok. Bakımlı eseri söylemek lazım..

Öğlen yemeğinde, Erzurum'a gelmişken cağ kebabı yiyoruz. Tantanalı bir yer de de yedik ama ben bir şey anlamadım desem.. Valla kusura bakmasın Erzurum'lular.. Yemek sonrası Erzurum'da şöyle bir turluyoruz, Palandöken 'in üzeri temmuz ayında bile ince bir yeşil kadifeyle kaplı gibi görünüyor uzaktan, soruyoruz eee bizim yaz daha yeni geliyor diyorlar.. daha sararmamış otlar, Erzurum 'dan çıktık Iğdır'a gidiyoruz, bir yağmur döşemeye başladı, yolu görmek bile zor.. Babam, oğlum bir benzinliğe gir de yağmur dininceye kadar bekleyelim diyor. Petrole giriyoruz bir taraftan ben video çekimle ovanın ortasındaki asfalta düşen yağmurun, benzincinin çatısındaki yağmur tanelerinin çıkardığı hoş sesi görüntülemeye çalışırken, yağmurdan kaçan bir motorcu da geldi. Ben hem çekiyorum , babama da baba bak elin yabancısı karı koca buralarda geziyor derken herifçioğlu kaskını çıkardı merhaba demez mi.. kardeşim bizim adamlar da kılık kıyafetiyle yabancıyı aratmıyor, benim kabahatim yok, neyse selamlaştık ,soruyorum, Gürcistan yaptık diyor, şimdi de Van, Ağrı taraflarına ineceğiz..Motor Kawasaki.. tabii ağzımızın suyunu akıtıyor da.. düşünüyorum, yahu ben Jetta'nın bagajına eşyamı zor aldırıyorum, bu motorcular bu işi nasıl hallediyorlar...bunu soracağım.

Yağmur diniyor ve yola devam ediyoruz. Iğdır'a akşama doğru varmak istiyoruz . Yol üzerinde Pasinler, Köprüköy, Horasan,  Karakurt ve Kağızman var. Babam, Iğdır çok sıcak ve bunaltıcı olur, sivrisinek de eksik olmaz onun için biz en iyisi geceyi Iğdır'a gitmeden daha yüksek de olan Kağızman'da geçirelim diyor, olur diyorum.. hele bir Kağızman'a varalım, yeri görelim diyorum. Köprüköy civarında yol üzerinde Sarıkamış Şehitleri için yapılan anıtı görüyoruz, vakit dar olduğundan dönerken bakacağız. Bu arada Gümüşhane'den çıkarken benzin deposu yarımdı, Karakurt'ta biraz yedek alalım dedik, tam doldurmaya da çekiniyorum, şehir merkezinden alalım istiyorum, kaçak benzin alıp başımıza bela etmeyelim.

Kağızman Iğdır yolu üzerinde kurulmamış, yoldan içeri sanırım 6-8 km kadar rampa çıkarak akşam ezanı okunmadan vardık. Kasabayı sevemedim, öğretmenevi de dar bir sokakta, tekin gelmedi bana nedense.. baba, biz en iyisi Iğdır'ı bulalım diyorum ve yola devam.. Akşam 20:00 civarı Öğretmenevini bulduk, resepsiyondaki vatandaşımıza kimliği veriyorum, bu da babam diyorum ama babanızın kartı nerede diyor, O'na ayrı muamele , fiyat çekiyor, yönetmelik böyle diyor, diyor diyor...iyi kardeşim kaydımızı yap...aman.. zaten nemli bir sıcak var.. camı açsak ne fayda ki.. pencereden alev geliyor sanki.. tabii sadece alev değil.. öğretmenevinin salonunda düğün var.. kürtçe türküler söylüyor salonda yerel sanatçımız...bereket fazla uzatmadılar 24:00 gibi ses soluk kesildi, salon kapandı, herkes evine.. babamla sırayla banyo yapıp yatıyoruz. Babam rahat uyuyor, neden mi? Adamın kanı mı farklı bilmem sivrisinek biz bildik bileli babama konmaz, tabii kime konacak, hepsi bana...sabaha kadar dört döndüm.. hart hart kaşın dur..tahtakurusu  var mıydı bilmem, ama istanbul'a eve döndüğümde çantadan bir tahtakurusu fırladı, hanım bağırıyor, nerden getirdin diye, ne bileyim, nereden taşıdık..

13/07/2009

 


Iğdır'da 1965-1967 yıllarında kalmışız. Su ambarının tam karşısında(şimdilerde yanına bir tane daha yapılmış) İbat'ın bahçeli, toprak düz damlı evinde. Pencere içleri o kadar genişti ki bu yerde oturur dışarı bakardım, yaşım da 6 falan..


 


Komşumuz Ejder ABATAY amca, çocukları yusuf, göher, karagöz.. hatırladıklarım. Ayrıca biraz aşağıda atike teyze vardı kardeşi abbas ..kalın kaşları vardı abbas'ın. Iğdır'da anılarımızı arayacağız. İlk olarak Iğdır Lisesi'ni fotoğrafını çekiyorum. Ben Cumhuriyet ilkokuluna gittim, ablam ve sanırım abim de bu liseye gittiler. O dönemler kız, erkek öğrenciler şapka takarlardı, ben yetişemedim.. ablamın bir fotoğrafı var bu lisenin önünde çekildiği, onu hayal ederek tekrar deklanşöre basıyorum.

Iğdır'da bir gece daha kalmadan dönüyoruz. Iğdır malum, Adana gibi derler.. ova.. herşey yetişiyor. Bahçelerde kayısı bitmek üzereydi. Yol kenarından kilosu 1 TL 'den yemek için alıyorum. Köylünün söylediğine göre meyve suyu fabrikaları kilosu 25 krş tan almış, istanbul’da aynı kayısı 3,5 TL idi giderken..


Köprüköy'deki Sarıkamış Şehitleri Anıtı'na uğruyoruz. Yolun hemen kenarında yapılmış anıt. Gelen geçenin uğraması , anıtta yazılı bilgileri okuması için elverişli bir yer. Kar gibi beyaz mermerden yapılan anıt karda donan askerlerimizi tasvire pek uygun düşmüş. Yaptıran, önayak olan sanırım Dr. Birgün SÖNMEZ ..veya biz bu olayı gündeme taşımasından dolayı onun yaptırmış olabileceğini düşünüyoruz, anıtta doktorun adı anılmamış.





Öğlen gibi Erzurum.. Depoyu tam dolduruyorum. Benzin, Tortum üzerinden Artvin, Hopa, Sarp sınır kapısından Karadeniz sahil boyunca Samsuna kadar bizi götürecek, neredeyse 1000 km.









Memleketin dağı taşı başka..

Erzurum'dan, Tortum Şelalelerini göreceğiz derken öğreniyoruz ki şelale aslında Uzundere'de .. Uzundere'ye varınca da daha 20 km ilerde diyorlar.. arkadaş desenize bu şelale Artvin'de.. geriye bir şey kalmadı çünkü. Uzundere'ye akşam olmadan varıyoruz. Artvin taraflarını gündüz görerek geçmek istediğimden akşamı Uzundere'de geçirme kararı en uygun olanı, öğretmenevinde yer var.. akşam ne yemek yiyeceğiz derken esnaf Şehri ustanın yerini tarif ediyor, menemeni de iyi yapar diyorlar. arkadaş ya biz bayağı acıkmışız ya da Şehri ustanın marifeti.. parmaklarımızı yedik desem.. yanına şöyle serin bir cacık ve bir baş beyaz kuru soğan , ekmek de çıtır çıtır..öff  öff..





Uzundere'nin merkezindeki camiinin çay ocağında babamla çay içiyoruz. Çaylar, içinde otuyla geliyor, biz süzmeye alışmışız, nedir bu diyorum, çaycı genç abi bizim burada otsuz çayı içmezler, sallama çay muamelesi görür diyor.. Uzundere Artvin'e yakın olmasına rağmen Erzurum kültürü belirgin, çaycı genç özellikle vurguluyor; çarşıda bayan gezerken göremezsiniz hakikaten de öyle..

Gece öğretmenevi..balkonunu herhalde kıştan beri ilk ben açtım ..toz toprak.. su döküp yıkıyorum, gideri de yok, balkondan aşağı boca ediyorum. Sivrisinek burada da rahat vermiyor..

14/07/2009

Tortum Uzundere Şelale'sine varmadan arada Öşvank Manastırı var. Yoldan sola içeri yaklaşık 4-5 km. giriyoruz. Gürcü krallığı tarafından yapılmış. Gayet sağlam bir yapı, yine hayretlerdeyiz tabii ki.. Manastırın dış cephede bir köşe nişi odun ateşi yakılarak boydan boya karartılmış, yahu bu nasıl olur diye yakındaki marangozhanedeki bir köylüye soruyorum, "buranın korunması gerktiğini kim biliyordu ki dut pekmezi için ocak, manastır duvarındaki bu oyukta yakılırdı, şimdi artık koruma altında olduğu için yakılmıyor" diyor.. koruma da ne koruma ..işte, eseri tanıtan bir tabela var, başka da birşey yok.







Öşvank'a giden yol kenarlarında bahçeler..kiraz, vişne, dut, kayısı.. dönerken su arkı kenarında sahipsiz olduğu belli bir vişne ağacından biraz vişne toplayıp otların üzerinde gölgede yiyoruz.. hele şükür dün ki menemenle yediğimiz soğanın hararet ancak geçti..

Tortum Gölü ..Tortum deresinin önünün heyelanla dağdan kopan malzemeyle oluşmuş. Yolda tepede durup bakıyoruz, şelale daha ilerde..


 
 

Tortum Şelale'si 40 küsur metre yüksekliğinde . Değerlendirilmeyen doğal güzelliklerimizden bir yer. Çevre düzeni, sosyal tesis yok gibi..

Şelale'den daha görkemli olan herhalde Artvin'e giden dar vadi.. Yüksek tepelerin arasında Çoruh akıyor, ilerde sanırım Kelkit suyu ile birleşiyordu. Artvin girişinde baraj inşaatı devam etmekte.. Yol belirli aralıklarla kapatılıp, açılıyor radyo haberlerinde duyulduğu gibi. Yolda uyarı levhası da vardı ama doğrusu yine de anlamadım. Yolun kapalı olması hiç aklıma yatmadı çünkü, herhalde bir şerit falan bırakıyorlardır diye umursamadım. Ne bir şeriti.. TEM mi burası..Hem inşaat hem de yağan yağmur tepelerden taş düşürüyor, yol da zik zak yapsan bile geçemediğin olmakta. 2 saat kadar yolun açılmasını bekledik. Akşam olmadan Artvin'deyiz. Böyle bir şehiri ilk olarak görüyorum, şehirin tamamı dağda..Düz bir yer yok..





Artvin öğretmenevi ..neyse burada babamıza ayrı fiyat çeken olmadı. temiz, serin ve de yüksekte..camdan bakınca aşağılarda baraj vadisi görünüyor. İlk defa rahat yatıyorum.

 

15/07/2009

Dönüş..Artvin'den Hopa ve Sarp sınır kapısına kadar gidiyoruz. Hopa'da Gürcüler getirdikleri sebzeleri satıyorlardı. armut, domates, iri iri salatalıklar..domatesleri çok lezzetli.. salatalıkları da bizde 1980 öncesi yerli yetişen salatalıklardan.

Adamlar İstanbul'a gelmeye ne kadar hevesliler, işsizlik tabii.

Dönüşte Maçka Sümela Manastırına gidiyoruz. Yağmur sürekli yağıyor, kapanma saatine yakın gitmişiz, aceleyle bir koşu çıkıyorum, babam zaten ayak ağrısından arabadan inmedi. Fotoğraf çekmeyi unutup video çekmişim.. bir başka sefere , nasipse...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Greece

Pragh

Bratislava -Krakow